Avusturyalı fotoğrafçı josef hoflehner, siyah-beyaz manzara fotoğraflarıyla tanınıyor.

Kendine özgü manzara fotoğraflarıyla tanınan 1955 Avusturya (Wels) doğumlu Josef Hoflehner, kendi tabiriyle herhangi bir yerleşim yeri olmayan gezgin bir fotoğrafçıdır. Lise eğitimini Turizm üzerine alır. Mezun olduktan sonra ulusal ve uluslararası birçok otelde mesleği üzerine çalışma imkânı bulur.

Böylelikle de seyahat etmeye başlar. Doğduğu ve yaşadığı ülke olan Avusturya ona çoğu zaman küçük gelmiş, sınırların arkasındaki dünyayı her zaman merak etmiştir. Ülkesindeki muhteşem dağlar ya da büyük manzaralar ona güzel gelse de pek ilgisini çekmez. O daha çok çöl ya da sahil gibi ufuk çizgisini doyasıya görebileceği geniş ve boş yerleri keşfedebilmenin peşindedir.

36 karelik bir rol filmle 3 yılbaşı geçirebilen bir ailede büyüyen Hoflehner, fotoğrafla Güney Afrika Johannesburg’da yiyecek ve içecek müdürü olarak çalıştığı dönemde tanışır. O zamanlar bir fotoğraf makinesi bile yoktur. Ama sahip olması da çok uzun sürmez. Hoflehner, kısa süre içerisinde artık işinden de çok mutlu olmadığını fark eder ve işini bırakıp seyahat etmeye başlar. Böylelikle hayatını kökten değiştiren önemli kararı da almış olur.

Johannesburg’u baştan sona yavaş yavaş dolaşır. Bu gezi onun için heyecan verici olmasının yanı sıra gittikçe daha anlamlı gelmeye başlamıştır. Mümkün olan en kısa sürede fotoğrafçılık hakkında çok şey öğrenmeye niyetlidir. Artık gezmek ve fotoğraf çekmek dışında başka bir şey yapmak istemez.

Hoflehner, hayatının amacını bulmuştur. Fakat ailesinin bakış açısından fotoğrafçılık geçinebilecek bir meslek değildir. Bu konuda Hoflehner’ı destekleyen tek kişi kız arkadaşı olmuştur. Kısa süre içinde fotoğraflarından birisiyle Nikon Ödülünü kazanır ve böylece fotoğrafçılıktan hayatını kazanabileceği bazı kapıların açılmasını sağlar. Akabinde uçak biletlerinin ödeneceği bir iş teklifi alır ve hemen kabul eder. Artık başka bir şey yaparak çalışması gerekmeyecektir. Bu işinden birkaç ay içerisinde ayrılmış olsa da Hoflehner, kapısını çalan şansı geri çevirmemiş böylece hayatının fırsatını da kaçırmamıştır. İlk işindeki heyecanını kısa sürede kaybetmesi, Johannesburg’dan nadiren ayrılabilmesindendir.

Bu kendisini yeniden kapana kısılmış hissetmesine neden olmuştur. Ayrılmaya karar verdiğinde eski bir araba ve birkaç arkadaşıyla birlikte gitmeye hazırdır. Kendi deyimiyle bu onun için muhteşem bir başlangıç olmuştur ve geleneksel anlaşmalı sıradan bir iş yerinde bir daha çalışmayacaktır. Artık yeni yerler keşfetmek onun bundan sonraki hayatının vazgeçilmez bir parçası olacaktır.

Tenha mekânlara karşı olan aşırı ilgisi, onu dünyanın en ücra köşelerine ve ürkütücü bölgelerine kadar sürüklemiştir. 1990’ların ilk dönemlerinden bu yana Antartika, Vietnam, Çin, Japonya, Yemen, Iceland, ve son zamanlarda Amerika’nın Güney derinliklerindeki bölgelerde çalışmıştır.

10’un üzerinde kitabı bulunan), IPA (International Photography Awards) tarafından 2007 Yılı Doğa Fotoğrafçısı adayı olarak gösterilen ve dünyanın pek çok yerinde işlerini sergileme fırsatı bulan Hoflehner, bir müzede açacağı ilk kişisel sergisini de Stockholm’deki Swedish Fotoğraf Müzesinin ev sahipliğinde 2010 yılında gerçekleştirecektir. Bunun yanı sıra Hoflehner üzerinde çalışmak istediği daha birçok projesi olduğundan bahsetmektedir.

Hoflehner fotoğraf konusunda tamamıyla kendi kendini eğittiğini, hiçbir yol göstericisinin olmadığını ve hiçbir belirgin fotoğrafçının etkisi altında da kalmadığını söylemiştir. Fakat diğer yandan da onu etkileyen bir isimden bahsetmesi gerekse, bu kişinin kesinlikle Pentti Sammallahti olacağını dile getirmiştir(5).

Şöyle der Hoflehner; “her anlamda fotoğraf benim hayatım ve bunu hala 30 yıl öncesinde olduğu gibi şevkle yapıyorum. Açıkça başka bir şey yaparken kendimi hayal edemiyorum. […] Fotoğraflarımda bir şey söylemeye çalışmıyorum. Ben sadece normal bir fotoğrafçıyım – bunda özel bir şey yok. 30 yıldır hayatımı fotoğraftan kazanıyorum ve böyle de devam etmesini canı yürekten istiyorum. Beni bunu yapmaya sürükleyen şeyi gerçekten kelimelere dökemem.”

Onun fotoğrafları doğal güzellikleri ve -zaman hızla akıp giderken- insanlığın dünya üzerinde bıraktığı izleri konu almaktadır. Fakat onun herkes uykudayken yaptığı çekimlerindeki bu insansız atmosfer, sanki bir sebepten ötürü insanlık aniden dünyayı terk etmek zorunda kalmışta, geride medeniyetin kalıntılarını belgelemek üzere sadece Josef Hoflehner bırakılmış hissi yaratmaktadır.

Sanatçının bu gerçeküstücü yaklaşımı fotoğraflarında seyirciyi derinden etkileyen bir yalnızlık duygusuna dönüşmüştür. Onun fotoğraflarının atmosferini belirleyen diğer bir önemli unsur da çekim tekniği olarak kullandığı uzun pozlamalardır.

Tek karede zamanın akışının izlenebilirliği bu görüntülere mistik bir boyut kazandırmıştır. 20.yüzyılın büyük ustalarının manzara fotoğraflarını andıran teknik bir sadeliği vardır onun fotoğraflarının. İzleyene dinginlik ve huzur veren minimalist kadrajları, estetik olarak haz veren mükemmeliyetçi kompozisyon anlayışı ve duyguları tinsel bir boyuta taşıyabilecek ışık ve gölge kullanımındaki şiirsel üslubu, Hoflehner’in bu tarzda çalışmalar yapan benzerleri arasından kolayca fark edilebilmesini sağlar.